Odamdayım, yalnızım. Sabahtan akşama kadar kendimle başbaşa
geçirdiğim bir günün akşamındayım. Müzik sesi yok arka fonda çalan,
istemiyorum. Hafif açık balkon kapımdan gelen şehrin o çözemediğim uğultusu
usul usul süzülüyor içeri, hafiften esen Ekim rüzgarı cabası. Bir yolcu uçağı
gökyüzünü delercesine geçip gidiyor tam tepeden. Uçağı düşünüyorum, acaba hangi
diyarlara gidiyor? İçindeki yolcuları düşünüyorum. İş seyahatine çıkmış takım
elbiseli adamı, aile ziyaretine giden üniversiteli genç bir kızı, salaş
kıyafetleri ve kendinden büyük çantasını sırtına almış ve kokuşmuş yaşamını
geride bırakmanın vermiş olduğu mutlulukla yepyeni yerleri keşfe çıkmış gezgin
ruhlu özgür adamı düşünüyorum. ‘Bitse de gitsek’ sözünü taktıkları yalancı gülen
yüz maskesinin altına gizlemiş servis yapan hostesleri, görevini yardımcısına
devretmiş kaptan pilotu düşünüyorum. İnsanoğlunun farklılıklarını, büründükleri
sahte ve samimiyetsiz rolleri düşünüyorum, gülüyor, gülüyor ve gülüyorum...
Şimdi de bussiness class takılıyor gözüme. Rahat koltuğunda adeta yayılmış bir
biçimde portakal suyunu yudumlayan, gömlek düğmeleri patlamaya hazır mermileri
andıran ve hiç de samimi olmayan bir adam ayrık dişleriyle gülümsüyor yüzüme.
‘Heyt be dünya’ diyorum. ‘Ah be insanlar...’ Karadan bilmem kaç metre yüksekte
bile bitmiyor ayrımınız. Konu ötekileştirme olunca denizmiş, karaymış, havaymış
veya fark etmiyor rotanız...
Hala odamdayım. Hala yalnızım. Mutluyum. Kalemimle,
kağıdımla, düşüncelerimle ve hayallerimle huzurluyum. Telefonumu sessiz modundan
çıkartmıyorum. Şehrin rahatsız etmeyen akşam uğultusu hafif rüzgarla birlikte
odama dolmaya devam ediyor. Birazdan uyuyacak, yeni bir güne uyanacağım.
Huzurlu yalnızlığımı odamda bırakıp şehrin kalabalığına karışacak, gün boyu
huzurlu yalnızlığımın özlemiyle yanıp tutuşacağım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder